Türkiye'de
Cumhuriyetin ilânından sonraki ilk 25 yılda Türk toplumu milliyetçiliği "din" ile birlikte benimsedi. Materyalist
milliyetçilik ise ufak bir aydın zümresi tarafından kabullenilmişti. Bu iki
milliyetçilik anlayışı zaman zaman birbiriyle çatışmış neticede bazı pratik
sonuçlar doğurmuştur. Her şeyden evvel çeşitli halk
tabakalarının ortak kültürel gayeler etrafında birleşmesi kolaylaştı.
Bununla birlikte Millî dayanışma duygusu meydana getirdi. Memleketin
kültürel gelişmesine, millete gerçek karakterine uygun bir yön verdi.
Türklere millî bir gurur aşıladı . Ayrıca 1930'lu ve 1940'lı yıllara kadar,
Türk milliyetçiliği sağa
sola kaymayan, başından sonuna kadar Kemalist çizgiye sadık kalan bir
ideoloji görünümündeydi. Bu dönemde siyasî mücadele tek parti yönetimiyle
sınırlandırılırken resmî milliyetçilik anlayışının dışındaki özellikle
Pantürkist eğilimli muhalif unsurlar sıkı bir takibata uğradı ve saf dışı bırakılmak istendi.
Türkiye'nin II. Dünya Savaşı'ndaki durumu stratejik konumunun önemi
dolayısıyla, gerek Müttefiklerin, gerek Mihverin Türkiye'yi kendi
yanlarında savaşa sokmak için harcadıkları çabaların ve Türkiye üzerinde
yaptıkları baskıların hikâyesinden başka bir şey değildir. Buna karşılık Türkiye'nin politikası ise savaşın
dışında kalmak ve ülkeyi savaşın yıkıntılarından korumak olmuştur .
Almanya, Rusya üzerine saldırırken Türkiye'yi kendi yanına çekmek için
gerekli teşebbüs ve baskıyı yapmış, dış politikada her türlü tedbiri almış
bunla birlikte Türkiye'nin iç siyasetine müdahale etmek istemiştir.
Almanya I. Dünya Savaşı'nda Osmanlı Devleti'nin izlediği veya izlemeye çalıştığı
Turancı politikayı desteklediği gibi, II. Dünya Savaşı'nda da Sovyetler
Birliği'ne saldırısından sonra Türkiye'yi savaşta
kendi safına çekebilmek için Turancı akımları desteklemiştir. Bu şekilde
Türk hükümetini Almanya'nın yanında savaşa girmesi için harekete geçirmeye
çalışmış ve bu sayede Türkiye üzerinde baskı kurmak istemiştir .Alman
ordularının II. Dünya Savaşı'nın başında, Sovyetler Birliği topraklarında ilerledikleri sırada Almanya'nın Türkiye
Büyükelçisi Von Papen, Rusya'nın Türkçe konuşulan bölgeleri hakkında bilgi
edinmek, bu bölgeler halkının desteğini
sağlamak ve Türkiye'deki Turancılık akımını
Almanya yararına istismar etmek için bazı Turancı gruplarla ve mültecilerle
temasa geçti .
Von Papen, Sovyetlerde yaşayan Türkler ile ilgili İsmet İnönü ile de görüşmek istemiştir. Ancak İsmet İnönü'den aldığı cevap Türkiye'nin o dönemle ilgili politikasını ana
hatlarıyla ortaya koymaktadır. İsmet
İnönü, "Bu tür konularda ancak Sovyetler
Birliği'nin yenilgisi gözle görülür şekilde
gerçekleştiği vakit görüşmenin mümkün olacağını" belirtmiştir.
Görüldüğü gibi Türk Hükûmeti, resmî politikada ilke
olarak, Panturanist eğilimleri reddedilmiş, ancak Kırım
bölgesindeki ve Kafkaslardaki Türk kökenli komşu halkların geleceği konusuna tamamen ilgisiz kalmakta istememiştir .
Türkiye'de Alman ordularının 1942 yılında Kafkaslara doğru ilerlemesi sırasında Panturanist Alman propagandası
artmış ve yoğunlaşmıştı. Cumhuriyet, Tasvir ve Vakit
gazeteleri Alman yanlısıydı . Fakat daha sonraları bu gazeteler dava
sırasında tamamen Türkçülük ve milliyetçilik aleyhi bir tutum
takınmışlardır. Dönemin etkin sayılabilecek gazetelerinin tavırlarını bu
derece anî ve kesin hatlarla değiştirmelerindeki
en önemli sebebi Millî Şef İnönü'nün basın üzerindeki tesirinin de
güçlü olmasıyla izah etmek mümkündür.
Almanya'nın iç ve dış politikayı bu şekilde yönlendirmesi halkoyunda 3
Mayıs 1944 Davasının Nazi yanlısı, antisovyet ve antikomünist hükûmeti
devirmeyi amaçlayan bir dava olarak algılanmasına yol açacaktır.
Türk hükümetlerinin Turancılığı aktif olarak desteklemekten vazgeçmesi ve
Sovyetlerin karşısında yer almaya başlaması üzerine Almanya Türkiye'de bu
tür hareketleri kışkırtmaktan vazgeçmiştir .
CHP yönetimi savaşın kaderinin değiştiği ve Alman yenilgisinin başladığı 1943 yılına kadar, açık olmasa bile ses çıkarmayarak,
Alman yanlısı neşriyat ve hareketlere göz yummuştur . Antisovyet Türkçü
yayın ve etkinlikler ise tamamen İnönü
yönetiminin savaş politikası amaçlarına uygun olarak yakından izlenmiştir .
II. Dünya Savaşı'nın genel seyri içinde, Rus ordularının Avrupa'da
ilerlemeleri ile orantılı olarak Türkiye'de komünist faaliyetler artmıştır
. Ruslar galip geldikçe komünistler birer birer açığa çıkarak, Rusların Polonya ve Balkanlardan sonra
Türkiye'yi de işgal edeceği söylentisi yayılmıştır
Görüldüğü gibi II. Dünya Savaşı sırasında gerek
Almanya'nın durumu gerekse Rusya'nın galibiyetlerine paralel olarak
Türkiye'de dış politikanın iç politikayı yönlendirmesiyle neticelenmiştir.
Rusya'nın II. Dünya Savaşı sırasında birtakım işgallere giriştiği dönemde İsmet İnönü
belki de Türkiye'nin işgal edilmesi endişesiyle Sovyet yanlılarının
faaliyetlerine göz yummuş ve bu dönemde komünist faaliyetler başlamıştır.
Türkiye Gizli Komünist Partisi Şefi olan Dr. Şefık Hüsnü'nün Moskova'ya
gönderdiği gizli raporda "1943 baharından 1944
baharına kadar olan sene, harp devresinin en verimli ve hareketimizin
kredisini azamî yükselten sene oldu" demesi bu tür faaliyetler
hakkında açıkça bilgi vermektedir. Yine Faris Erkman'ın hazırladığı "En Büyük Tehlike" adlı broşürün neşri büyük
yankılar uyandırmıştır. Milliyetçiliğe,
dış Türklere, milliyetçilere pervasızca saldıran ve çok sayıda bastırılıp
bedava dağıtılan bu broşür komünist neşriyat arasında
önemli bir yere sahiptir. Bu broşür TBMM'nin gündemine de girmiş,
görüşmeler sırasında Dışişleri Bakanı'nın şu konuşması CHP'deki değişikliğin belirtisi kabul edilmiştir: "Bizim
Türklüğümüz bu vatanın sınırları içine girmiş olan
Türklere ait ve münhasırdır" .
1939'da Ankara Üniversitesi DTCF'de açılan Felsefe kürsüsüne Pertev Naili
Boratav, Niyazi Berkes gibi belli fikri yapıda kimselerin alınması Millî Eğitim Bakanlığı
tarafından milliyetçi neşriyata karşı alınacak tedbirlerin rapor hâlinde
hazırlanması, sosyalist ve komünist "Yurt ve Dünya" ve
"Adımlar" mecmualarına Millî Eğitim
Bakanlığı'nın abone olması, Millî Eğitim Bakanı H. Ali Yücel zamanında Bakanlık tarafından
basılan 496 klâsik eserin içinde 63 Rus klasiğinin yer alması, buna karşılık bir tek Türk klâsiğinin yer almaması, komünist bir derleme şiir kitabının
bütün okullara tavsiye olunması bu dönemin komünist faaliyetlerine örnek
olarak gösterilebilir.
Yine Sabahattin Ali ve Nazım Hikmet'in himaye edilmesi bu tür faaliyetlere
Bir diğer örnektir. Tan gazetesi de dönemin
komünist basınının önde gelen gazetesidir .
Cumhuriyet döneminde, Türkçülüğü
ve Turancılığı benimseyen ve bu doğrultuda yayın yapan en önemli dergi şüphesiz Hüseyin
Nihal Atsız'ın yönetiminde yayımlanan "Orkun"'dur. İlk kez 1933 yılında yayın hayatına başlayan Orkun,
1934'te kapatılmış ancak 1 Ekim 1943'te tekrar yayımlanmaya başlanan dergi,
1 Nisan 1944'te tekrar kapatılmıştır.
Bu dönemin önde gelen Türkçü ve Turancı dergileri arasında
"Ergenekon", "Bozkurt" ve "Gök Börü"'nün ayrı
bir önemi vardır. Her üç dergide fikrî anlamda daima aynı çizgiyi devam
ettirmiş ve her biri âdeta birbirinin devamı olarak çıkarılmıştır. Bu
dergilerden Ergenekon 1938'de kapatılmış arkasından Mayıs 1939'da Bozkurt
yayımlanmaya başlamıştır. Mustafa Kızılsu, İsmet
Rasin, Nurullah Barıman, Sami Karayel ve Reha Oğuz Türkkan gibi isimlerin gayretleriyle yayımlanan
Bozkurt, ikinci sayısının Haziran 1939'da çıkmasıyla kapatılmış, üçüncü
sayısı ancak 1940 yılında yayımlanabilmiştir. Daha sonra R.Oğuz Türkkan, Bozkurt dergisinden ayrılarak Kasım 1942'den
itibaren Gök Börü dergisini çıkarmaya başlamıştır. Gök Börü'de Abdulkadir İnan ve Zeki Velidî Togan'ın da yazıları yer almıştır.
Mayıs 1942 yılından itibaren Rıza Nur tarafından "Tanrıdağ" adıyla çıkarılan derginin yazarları arasında
Nejdet Sancar,Hüseyin Namık Orkun,Ahmet Rasim Aras gibi önemli isimler yer
almıştır.
Bu dergilerin yanı sıra Yusuf Ziya Ortaç ve Orhan Seyfi Orhon'un, Ağustos 1941 yılından itibaren yayımladıkları
"Çınaraltı", Türk birliğini
kültürel anlamda savunan fikrî bir çizgide kalarak daha ılımlı ve makul bir
seyir takip etmiştir. Hüseyin Hüsnü Erkilet, Hüseyin Namık Orkun ve Nejdet
Sancar gibi aydınların yazılarının sıkça rastlandığı Çınaraltı dergisi yayın hayatına Temmuz 1944 yılına
kadar devam edebilmiştir .
3 Mayıs 1944
Tarihli Gösteriler ve Dava
Kenan Öner 1944 Davası ile ilgili şunları şöyler : "Bu davanın temeli N. Atsız'ın
zamane başvekiline hitaben Orhun mecmuasında yazdığı açık mektupla ,1944 senesi Nisan'ında
atılmış ve bundan doğan infial ile icat edilen ırkçılık ve Turancılık
davasında memleketin havasını ifsat eden işkencelerle çatısı örtülmüş
bulunmaktadır"
. Bu davanın başlamasında H. Ali Yücel'in 1934 tarihli "Türk
Edebiyatına Toplu Bir Bakış" kitabının Atsız tarafından
eleştirilmesinin intikamını almak istemesi de etkilidir .
Tarihte 3 Mayıs olayları adıyla anılan olaylar Nihal Atsız'ın, hakkında
açılan dava için Ankara'ya geldiği
sırada başlamıştır. Bu tarihte gençlik komünizm aleyhine bir gösteri
düzenler ve beraberinde N. Atsız'a sevgilerini belirtirler. Mahkeme
salonuna giremeyen gençler Ulus Meydanı'na doğru yürüyüşe geçmişler burada millî marşlar söylenmiş ve
komünizm aleyhine sloganlar atmışlardır . Kafile Ulus Meydanı'ndan sonra
Başbakan Şükrü Saraçoğlu ile görüşmek istemişse de bunda başarılı
olamamış, miliyetçi gençlerin gösterileri hükûmet tarafından şiddetle
önlenmiştir. Bu gösterilerde tutuklanan üniversiteli gençlerin sayısı 165
olarak tespit edilmiştir .
Ancak gençliğin bu masum hareketi devrin millî şefine
bir ihtilâl olarak intikal ettirilir. H. Ali Yücel, Nevzat Tandoğan ve F. Rıfkı Atay üçlüsünün gayretleriyle ırkçılık ve
Turancılık adı verilen milliyetçilik düşmanı dava ortaya çıkarılmıştır.
Bu gösteriye kadar Türkiye'de yapılan bütün nümayişlerde hep hükûmet parmağı bulunmuştu. Turancılık davasının mağdurlarından Alparslan Türkeş'in konuyla ilgili tespiti şu
şekildedir; "Bunlar millî şef ve onun gözde Millî Eğitim Bakanına nasıl gösteri yapabiliyorlardı ? O zamana
kadar millî şefin müsaade etmediği
hiçbir gösteri yapılmazdı. Demokrasi....Hürriyet...Eşitlik...Gençlik...
bütün bunlar Türkiye'nin 1944 iktidarında hep parad palavralardır. Halkın
alkışları, gençlikten çıkacak "yaşa" naraları kayıtsız şartsız İnönü'nün tekelinde kalmalıdır .
Esasında 3 Mayıs olayları, II. Dünya Savaşı'nın seyri ile alâkalıdır ve
dönemin hükûmetinin Almanlara karşı üstünlük kuran Ruslara Türkçüleri feda
ederek bir siyasî rüşvet vermesi olayıdır. Türkiye Ruslara karşı ,yalnızlık
içinde karşı koymaya çalışmaktadır. 3 Mayıs 1944 duruşması o sırada tam
aranılan fırsat olarak değerlendirilir. Türkçüler üzerinde şiddet
uygulanarak Ruslar bir şekilde memnun edilmeye çalışılır .
3 Mayıs'ta bir araya gelen ve gösteriler yapan gençler birer birer tespit
edilip toplanır ve tutuklanır. Millî şefin şahsî emriyle saldıranlara zerre
kadar merhamet tanımamışlardır. Milliyetçi gençler kıyasıya dövülür. N
Atsız'da aynı gün duruşmadan çıktıktan sonra polis tarafından gözaltına
alınır. Alparslan Türkeş anılarında bu olayları şu şekilde anlatmaktadır;
" 3 Mayıs 1944 günü heyecanla sokağa
fırlayan gençler kıyasıya dövüldüler. Kafaları yarıldı, gözleri patlatıldı.
Bazılarının kolları, kaburgaları kırıldı" .
Gösterilerin ardından tutuklanan onlarca gencin ailesi yaklaşan 19 Mayıs
Gençlik ve Spor Bayramı'ndan umutludur. Gençlik Bayramı'nda bir yığın masum gencin, bayramı zindanlarda geçirmesine millî
şefin gönlü razı olmayacağını sananlar çoktur. Öyle umulur ki İnönü, 19 Mayıs'ın neşesini bozmak istemeyerek ve bir
emirle zindanların kapılarını açtıracak ,manasız bir sebeple tutuklanmış
aydın gençleri hürriyete iade edecektir.
19 Mayıs 1944
Nutku ve Sonrası
Millî Şef, Cumhurbaşkanı İsmet İnönü,
gençleri ve ailelerini sevindirmek şöyle dursun, bilâkis Ankara
Stadyumu'nda, 19 Mayıs günü Gençlik ve Spor Bayramı nutkunda Irkçılık ve
Turancılık iddiaları hakkındaki görüşünü bütün açıklığı ile ortaya koyarak, milliyetçileri hayal kırıklığına uğratan bir konuşma yapar. Millî şef, henüz
tahkikat safhasında bulunan olay ile Türkçüler ve milliyetçiler aleyhine
çok ağır ithamlarda bulunur . Bu konuşmanın tam
metni şu şekildedir;
19 Mayıs Nutku
Türk
milliyetçisiyiz, fakat memleketimizde ırkçılık prensibinin düşmanıyız.
Memleketimizde politika garezleri için uydurulan ırkçılık önderlerinin çok
acıklı faciaları hatıralarımızda canlıdır. l9l2 senelerinde Rumeli'de
tutunmak için tırnaklarıyla kayalara yapışarak son gayretlerini sarf eden
Türk erlerine Arnavut Priştineli Hasan ve Derviş Hima ile beraber arkadan
hücum tertipleyenlerin Türk ırkçı politikacısı olduğu, Büyük Millet Meclisinde ispat
olunmuştur. "Politika icabı" diye tefsir etmekten en ufak bir
güçlük çekmeyen bu adamlar, sözlerine inanıp daha büyük bir felâkete uğradığımız zaman gene "Politika İcabıdır" diyerek yeni bir fesat
prensibi yaratmakta geri kalmayacaklardır.
Köy
Enstitülerinde, her çeşit okullarımızda, müesseselerimizde, ordumuzda
müşterek vatanın ülkülerini Türk çocuklarına, eşitadalet ve şefkat
hisleriyle vermeye çalışıyoruz. Onları büyük cumhuriyet potasında kaynatıp
meydana Türk vatanseveri çıkarmaya uğraşıyoruz. Vatandaşlarım emin olabilirler
ki muvaffakiyetlerimiz esaslıdır ve gelecek zamanda daha göz alıcı
olacaktır.
Türk
milliyetçiliği içinde vatan çocuklarının temiz ülkülü ve vatan fikirli
olarak birbirine dayanan sağlam bir millet olması, erişilmez ve yanlış bir hayal değildir. Bunun doğru bir fikir ve erişilir bir hedef olduğunu,elle tutulur ve gözle görülür
neticeleriyle tamamıyla alıyoruz. Şimdi insaf ediniz. Türk vatandaşı
yetiştirmek için bütün iyi şartlan özünde toplamış olan bu feyizli yolu
bırakır da ,ırkçıların milleti bin bir parçaya ayıracak fesatlı ve nifaklı
zehirlerine cemiyeti kaptırır mıyız?
Turancılık
fikri, yine son zamanların zararlı ve hastalıklı gösterisidir. Bu bakımdan
cumhuriyeti iyi anlamak lâzımdır. Millî kurtuluş sona erdiği gün,yalnız Sovyetlerle dostluk ve bütün
komşularımız eski düşmanlıklarının bütün hatıralarını canlı olarak
zihinlerinde tutuyorlardı. Herkesin kafasında, biraz derman bulursak
sergüzeşti, saldırıcı bir siyasete kendimizi kaptıracağımız fikri yaşıyordu. Cumhuriyet kuvvetli
bir medeniyet yaşayışının şartlarından bir esaslısını, milletler ailesi
içinde bir emniyet havasının mevcut olmasında görmüştür. İmparatorluktan son zamanlarda ayrılmış olan
komşularıyla da iyi ve samimî komşuluk şartlarının temin edilmiş olmasını,
milletin saadeti için lüzumlu saymıştır.
Görülüyor ki,
millî politikamız memleket dışında sergüzeşt aramak zihniyetinden tamamen
uzaktır. Asıl mühim olan da bunun bir zaruret politikası değil, bir anlayış ve bir inanış politikası
olmasıdır. Ancak bu inanışa vardıktan sonradır ki, etrafımızda bulunan
milletleri daha yakından tanımak imkânlarını bulduk. Nereden zarar gelir ve
nereden zarar gelmez, bunu ayırt etmek için zihinlerimizde ayarlı ölçüler
hasıl oldu. İçerde milletin hayrı ve saadeti için
çalışma ve dışarıya karşı milletin emniyet ve müdafaası için lâzım olan
tedbirler,salim ölçülerle gözümüzün önünde belirdi. Ve nihayet asırlar ve
asırlar süren köklü düşmanlıklar yerine, yirmi sene gibi kısa bir müddette
hürmet ve itimat duygularının uyanmasına imkan verdi.
Turancılar, Türk
milletini bütün komşularıyla onulmaz bir surette derhâl düşman yapmak için
birebir tılsımı bulmuşlardır. Bu kadar şuursuz ve vicdansız fesatçıların
tezvirlerine Türk milletinin mukadderatını kaptırmamak için elbette
Cumhuriyetin, bütün tedbirlerini kullanacağız. Fesatçılar, genç çocukları ve saf
vatandaşları aldatan fikirlerini millet karşısında açıktan açığa münakaşa edemeyeceğimizi sanmışlardır. Aldanmışlardır ve daha
çok aldanacaklardır.
Şimdi
vatandaşlarımdan iki suale zihinlerinde cevap bulmalarını isteyeceğim : Irkçılar ve Turancılar gizli tertipler
ve teşkillere başvurmuşlardır. Niçin ? Kandaşları arasında gizli fesat
tertipleriyle fikirleri memlekette yürür mü ? Hele doğudan, batıdan ülkeler gizli Turan
cemiyetiyle zapt olunur mu ?
Bunlar o
şeylerdir ki, ancak devletin kanunları ve esas teşkilatı ayak altına
alındıktan sonra başlanabilir. Şu hâlde yaldızlı fikirler perdesi altında
doğrudan doğruya Cumhuriyet'in, Büyük Millet Meclisinin
mevcudiyeti aleyhinde teşebbüsler karşısındayız. Tertipçiler, on yaşında
çocuklarımızdan bize kadar derece derece, perde perde hepimizi aldatmak
iddiasındadırlar.
Vatandaşlarıma
ikinci sualimi soruyorum : Dünya olaylarının bugünkü durumunda Türkiye'nin ırkçı
ve Turancı olması lâzım geldiğini iddia edenler, hangi millete faydalı,
kimlerin maksadına yararlıdırlar ? Türk milletine yalnız belâ ve felâket
getirecek olan bu fikirleri yürütmek isteyenlerin Türk milletine hiçbir
hizmetleri olamayacağı muhakkaktır. Bu hareketlerden yalnız yabancılar
faydalanabilirler. Fesatçılar, yabancılara bilerek mi hizmet ediyorlar?
Yabancılar, fesatçıları idare edecek kadar yakından münasebette midirler?
Bunları hüküm olarak kestirmek bugün mümkün değildir. Ama yabancıya hizmet kasti ve
yabancının ilişiği hiçbir zaman meydana çıkmasa dahi hareketlerin, Türk
milletine, Türk vatanına zararlı olması ve bunlardan yalnız yabancıların
faydalanmış olması söz götürmez bir hakikattir.
Vatandaşlarım!
Emin olabilirsiniz ki vatanımızı bu yeni fesatlara karşı da kudretle
müdafaa edeceğiz....
İsmet İnönü
19 Mayıs Nutku Alman cephesinde hızla ilerleyen Ruslara karşı bir söz
rüşveti olarak nitelendirilmiştir. Bu meşhur nutuktan sonra her meslekten
ve her sahadan kimseler, yıldırıcı, ezici ceberrutlukla sanki Türkiye'nin
her yeri sıkıyönetim bölgesiymiş gibi , rasgele emrivakilerle, ceket gömlek
İstanbul'a sıkıyönetim komutanlığı emrine teslim edilmiştir . Özellikle 47 kişi hakkında
rapor hazırlanır. 3 Mayıs dava dosyasının başında yer alan bu kişiler 1
numaralı Sıkıyönetim mahkemesine gönderilir. Aslında bu kişilerin hiçbir
zaman kafatası ölçtüğü, kaç göbek soy sop aradığı görülmemiştir.
İsmet İnönü'nün
nutkundan sonra tutuklanan insanların suçlandığı temel fikirleri şunlardır ;
* TBMM tayin suretiyle doldurulmuştur, hür seçim yoktur.
* Cumhuriyet lâfta kalmıştır, idare şekli diktatörlüktür.
* CHP istismar ve istibdatla memleketi idare etmektedir. Halk sefalet
içindedir.
* Suiistimal, sefahat, israf, rüşvet, soygunculuk gittikçe gelişmektedir.
* Milliyetçilik ve Türkçülük hareketlerine tamamen muhalif bir yola
sapılmıştır.
* Türkiye'de İslâm düşmanlığı ilerlemiştir.
Türk milletinin istikbali tehlikeye düşmek üzeredir .
Görüldüğü gibi aslında bunlar çok partili hayatın
hâkim olduğu dönemlerde tabiî görülen fikirlerdir. Bu
fikirlerin oluşması İnönü devrinin dikta rejimi olup olmadığı sorusunu akıllara getirmiş, bu konuyu tartışmaya
açmıştır.
Bu davada Alparslan Türkeş ise "yalnız Türk soyundan gelenler
yaşamalıdır" biçimindeki sözlerinden dolayı yargılanır.
Basın ve
Turancılık Davası
İsmet İnönü'nün
19 Mayıs Nutku'ndan sonra basın ve radyo millî şefin ve iktidarının
ithamlarına ,sözlerine bin bir delil ve gerekçe bulmak gibi bir vazifeden
dolayı kendilerini sorumlu hissetmişlerdir. İsmet
İnönü'nün açıklamalarından sonra
Milliyetçilik aleyhine yapılan neşriyat artmış, Orhun dergisine abone
olanlar, bu dergide bir tek yazıları çıkmış olanlar, Nihal Atsız'a sokakta
bir defa selâm vermiş olanlar dahi basının da etkisiyle tutuklanmışlardır.
Vatan gazetesi ve Ulus gazetesinde yazan F.Rıfkı Atay'ın yazılarını esas
alarak 3 Mayıs 1944 gösterisini Romanya'nın başına Millî tarihlerinin en
büyük felâketini getiren Gardistlere benzetmiş ve bu nümayişe katılan
gençlerin aslında aldatılmış olduklarını iddia etmiştir . Aynı gazete daha
sonraki günlerde Turancılık-Türkçülük fikriyle ilgili görüşlerini beyan
etmeye devam etmiş, kamuoyu oluşturmaya çalışmıştır. Gazete yine F. Rıfkı
Atay'ın yazısını esas alarak; "Türkiye'yi içinden dağıtıp tahrik etmek için gökten bir belâ ısmarlansa
ırkçılıktan beteri Türkiye'ye inemez.
İkinci bir belâ ısmarlansa İslam ittihatçılığı
ham hayalinin yerine Turancılık ütopyasını geçirmekten âlâsı bulunamaz
tarzındaki ifadelere yer vermiştir. Vakit gazetesinin başyazarı Asım Us da
Türkçülük fikrini ırkçılık olarak ele almış, bu fikrin nifak için üretildiğini ve hatta yabancıların bu fikri ileri sürdüğünü iddia etmiştir . Yine aynı başyazar dönemin Türkçülük
fikirlerinin Atatürk ile bağdaşmadığını,
Turancılık fikrinin ise siyasî istiklâllerini kaybetmiş olan Türkler için
manevi bir teselli olabileceğini yazmıştır . Asım Us, 1944 Davası'nın
gençliği uyandıracağını
iddia etmiş, millî şefin nutkuna da aynen katıldığını belirtmiştir .
Cumhuriyet gazetesi, Turancılık ile ilgili fikirlerini Nadir Nadi'nin
kaleminden, millî şefin nutkundan sonra ifade etmiş ve millîşefin nutkunu
"Türk vicdanının gür sesi" şeklinde yorumlamıştır. Ulus Gazetesi
ise hükûmet yanlısı bir politika takip etmekteydi. Diğer gazeteler Ulus gazetesinin güçlü kalemi F. Rıfkı
Atay'ın yazılarından devamlı alıntı yapmıştır. F. Rıfkı Atay ırkçılığı iç harp, Turancılığı
dış harp kabul etmiş ve ırkçılığın
ve Turancılığın herhangi bir halka ile dışarıya bağlanan tarafını cinayet olarak yorumlamıştır .
Ulus gazetesi Türkçülük fikrine duyduğu
tepkiyi Hasan Ali Yücel'in ağzından şu şekilde ifade eder :
"Bunlar, mekteplere kötü bir suyun delik bulup sızması nev'inden
sızmışlardır...Bunlar okul içine sokulmadığı
gibi, memleket içine de sokmamak zorunda olduğumuz mahzurlu fikirlerdir .
Tanin gazetesi ırkçılık, Türkçülük, milliyetçilik fikirlerini aynı potada
değerlendirerek bu tür fikirleri savunanların
aslında gerçek amaçlarının bu olmadığını
zira din ile ırkçılık fikirlerinin asla yan yana gelmeyeceğini başyazarı H. Cahit Yalçın'ın kalemiyle ifade eder .
Yine Tanin'de H. Cahit Yalçın, Türkçülük fikrinin sadece çalışmakla
geçerliliğinin olacağını
ifade etmiş , bir başka yazısında bu fikrin "Yurtta sulh, cihanda
sulh" prensibi ile uyuşmadığını
iddia etmiştir. Hatta hedef gösterircesine Türk gençliğini istismar edenler olarak Nihâl Atsız, R Oğuz Türkkan, Z. Velidi Togan, Hasan Cansever'in isimlerini
açıklamıştır. H Cahid Yalçın, daha sonraki yazılarında üslûbunu
sertleştirerek Turancılık davasında Nazilerin rolünün olduğunu ortaya atarak, Turancılığı "halis bir Nazi öksesi" olarak yorumlama
gafletinde dahi bulunmuştur.
Davanın Gelişimi
3 Mayıs tarihli gösterilerin ve 19 Mayıs Nutku'nun ardından toplanan
milliyetçilerin davası, İstanbul 1 numaralı Örfi İdare mahkemesinde görüşülmeye başlanmıştır. Davada toplam
23 sanık yargılanmıştır.
İstanbul Tophane Askeri Hapishane'sinde
bulunan asker sanıklar;
* Dr. Yüzbaşı Hasan Ferit Cansever
* Dr. Üsteğmen Fethi Tevetoğlu
* Piyade Üsteğmen Alparslan Türkeş
* Piyade Teğmen Nurullah Barıman
* Topçu Asteğmen Zeki Özgür(Sofuoğlu)
* Ulaştırma Asteğmen Fazıl Hisarcıklı
Aynı cezaevinde
bulunan sivil sanıklar ;
* Nihâl Atsız Edebiyat Öğretmeni
* Hüseyin Namık Orkun Tarih Öğretmeni
* Nejdet Sancar Edebiyat Öğretmeni
* Saim Bayrak Temyiz Mahkemesi Evrak Memuru
* İsmet Rasin Tümtürk İstanbul Belediyesi Murakıbı
* Cihat Savaşfer Y.Mühendis Mektebi Öğrencisi
* Muzaffer Eriş " " "
* Fehiman Altan " " "
* Yusuf Kadıgil Lise Öğrencisi
* Cebbar Şenel Adana Adliyesi'nde Hâkim Adayı
Sansaryan Han'da
bulunan Emniyet Müdürlüğü hücrelerinde bulunan sivil sanıklar ;
* Zeki Velidi Togan Türk Tarihi Profesörü
* Orhan Şaik Gökyay Ankara Konservatuarı Direktörü
* Hikmet Tanyu İçişleri Bakanlığında Memur
* Reha Oğuz Türkkan İ.Ü.
Doktora Öğrencisi
* Hamza Sadi Özbek Aydın Maliye Tahsilat Şefi
* Cemal Oğuz Öcal Gazi Eğitim Enstitüsü Öğrencisi
* Said Bilgiç Ankara Adliyesi'nde Hâkim Adayı
Aynı davadan sanık olarak Mehmet Külâhlıoğlu
ve Osman Yüksel Serdengeçti de bir süre tutuklu kalmışlardır .
1944 Olayı sanıklarından Alparslan Türkeş, İsmet
Paşa'nın 19 Mayıs Nutku'ndan birkaç gün sonra görev yeri olan Erdek'te
gözaltına alınmıştı. Gözaltına alma sırasında bölük odası ve evi aranmış,
daha sonra İstanbul Merkez Komutanlığına götürülerek 13 Haziran 1944 günü Askerî Tutuk ve
Cezaevi'nin hücresine kapatılmıştır. Burada beş ay tutuklu kalan Türkeş,
rahatsızlığı sebebiyle Haydarpaşa Askerî Hastanesi'ne
nakledildi ve bir ay süreyle tedavi gördü. Daha sonra sıkıyönetim komutanlığının baskısıyla hastaneden alınarak tekrar Tophane'daki
hücresine konuldu. Hücreye döndükten birkaç gün sonra Emniyet Müdürlüğü olarak kullanılan Sansaryan Han'a götürülerek
sorugulanmaya başlandı.
Yakın tarihimize "Tabutluklar" adı ile geçen, tavanlarında beş
yüzer mumluk ampullerin yandığı işkence odalarına kapatıldı. Dönemin
Emniyet Müdürü Ahmet Demir ve Savcı Kazım Alöç tarafından Nihal Atsız'a
yazmış olduğu mektuplar yüzünden sorguya çekildi.
Hükûmeti devirmek amacıyla ihtilâl hazırlığı
yapmakla suçlandı.
Suçlamaları kabul etmeyen Türkeş'in sorgulama sırasındaki ifadeleri ibret
vericidir. Türkeş anılarında konuyu şöyle izah etmektedir; "Biz,
milliyetçiyiz. Biz bütün Türklerin,dünyada yaşayan Türklerin mutlu olmasını
istiyoruz, esaretten kurtulmasını istiyoruz. Yani bu fikir, eğer Turancılıksa; bu fikri taşıyoruz. Biz komünizme
karşıyız. Komünizm ideolojisi, beğenmediğimiz bir siyasî ve iktisadî görüştür. Biz milliyetçi
yazılar yazmayı, memlekete hizmet kabul ettik. Onun için, Orkun dergisine
yazı gönderdim. Nihâl Atsız Bey'le zaman zaman memleket meseleleri üzerine
mektuplaştık."
Alpaslan Türkeş, anılarında kendisine yapılan işkenceler hususunda ise
şunları söylemektedir; "Acımasızca parmaklarımdan birini yakalayıp,
tırnağımı çektiler. Aslında, ben o görevlilere
acıyordum. Yönetim, bizi faşistlikle suçluyor ama, tüm faşizan yöntemleri
kendileri kullanıyordu. İçimden bu da geçer yahu, diyordum.
Memurların gözü bir şey görmüyordu" .
Turancılık davası, 7 Eylül 1944 günü başladı. Duruşma açıldığında, sıkıyönetim komutanlığının son tahkikat kararı, Savcı Kâzım Alöç tarafından
okundu. Kararın başlangıcında yer alan "vatana ihanetleri sabit
olanlar..." ibaresi sanıkları daha yargılamadan suçlu ilân ediyordu.
Esasında bu üslûp, İsmet Paşa'nın 19 Mayıs Nutku'nun bir
taklidinden başka bir şey değildi.
Muhakeme sırasında Türkçüler kendilerine yapılan işkencelerden
bahsetmişler, rasizm'i (ırkçılık) raşitizm (çocuk hastalığı) olarak telâffuz eden savcı sanıkların ifadelerini
mahkeme zabıtlarına geçirtmemiş, itirazları yapanlar ya azarlanmış ya da
dışarı atılmıştır. Türk ülkesinde, Türk mahkemelerinde, suçları Türkçülük
olanları cezalandırabilmek için çok değişik
oyunlar oynanmıştır. İşkence iddialarıyla ilgili olarak Savcı
Kazım Alöç'ün şu ifadeleri işkencelerin yapıldığını doğrular mahiyettedir : "Biz bunları huzurunuza
vatan hainleri, caniler ve katiller olarak getirdik. Bunları Pera Palas
Oteli'nde yatıracak değildik. Onlar müstahak oldukları muameleyi
görmüşlerdir. Elbette onlara her nevi zulüm yapılmış ve yapılacaktır".
Muhakeme sırasında Alparslan Türkeş ile Mahkeme başkanı arasında cereyan
"Türk Birliği" konusundaki tartışma sırasında
Türkeş'in geleceğe matuf şu ifade ve tespitleri oldukça
dikkat çekicidir; " ..meselâ, 1917'de olduğu gibi 1965'te veya 1990'da da Rusya'da bir ihtilal zuhur
edebilir. O zamana kadar Türkiye harb endüstrisi bakımından da, ilim ve
irfan bakımından da ilerlemiş bulunur ve Türkiye'nin de yardımı ile bu
birliğe doğru
yürünebilir..."
1 Nolu Sıkıyönetim Mahkemesinde, 7 Eylül 1944 ile 29 Mart 1945 tarihleri
arasında 65 oturum devam eden yargılama sonunda milliyetçiler muhtelif
hapis ve sürgün cezalarına mahkûm olmuşlardır . Davada on üç sanık beraat
etti. On sanık ise on yıla kadar çeşitli hapis cezaları aldılar. 148.
maddeye muhalefet ile yargılanan Alparslan Türkeş ise 9 ay 10 gün hapse
mahkûm olmuştur. Verilen bu karar temyiz edilmiş ve askerî temyiz mahkemesi
bu mahkumiyet kararlarını esastan ve usulden bozarak 23 milliyetçinin
telgraf ile 26 Ekim 1945 tarihinde tahliye edilmelerini sağlamıştır . Bilâhare davaya 2 nolu Sıkıyönetim Mahkemesi'nde
devam edilmiş ve neticede milliyetçilerin hepsi 31 Mart 1947 tarihinde
beraat etmişlerdir.
Okunması dört saat süren beraat kararında kanunî, fiilî ve vicdanî
unsurların geniş bir şekilde tahlile tâbi tutulduğu görülmektedir. Kararda, o günlerde komünizm
faaliyetlerinin artmaya başlaması, Sabahattin Ali'nin Nihal Atsız aleyhine
dava açması gibi sebeplerle heyecanlanan gençliğin komünistlere karşı duyulan kin ve nefreti izhar etmek
istediği anlatılıyor "Bu nümayiş, millî bir
ideolojinin millî olmayan bir ideolojiye karşı ifadesinden ibarettir"
deniliyordu. Ancak bu kararı veren Ali Fuat Erden, Tümgeneral Kemal Alkan
ve Tümgeneral İsmail Berkok hemen tayin edilmişlerdir.
1944 yılı olayları ile ilgili olarak neticede şunlar söylenebilir;
Türkiye'de, Kemalist milliyetçilik anlayışından farklı bir milliyetçilik
anlayışının yeniden baş göstermeye başlaması 30'lu yıllara tesadüf eder. Bu
yeni milliyetçilik anlayışı Türk ırkının tarihî sembollerine ve kan birliğine önem vermektedir. Bu tarz bir anlayış, faaliyetlerinin
ve yayınlarının kısıtlı olmasına karşın daha açık ve şiddetli olarak
1939'da gündeme getirilmiştir. Atatürk'ün vefatından sonra kuvvetlenen ve
yön değiştiren "tek parti", "tek
şef", "tek millet" gibi kavramlar yeni bir anlayışa izin
verecek türde değildi.
Dönemin başbakanı Şükrü Saraçoğlu'nun
konuşmasıyla başlayan olaylar zinciri, Nihal Atsız'ın mektuplarıyla devam
etmiş, 3 Mayıs 1944 tarihli milliyetçilerin gösterisi ile sona ermiştir. İsmet İnönü'nün 19 Mayıs Nutku ile yeni çehreye
bürünen ve çok farklı, maksatlı bir bakış açısıyla "Turancılık
Davası"na dönüşen hadiseler Cumhuriyet dönemi Türk siyasî tarihinde
önemli bir nirengi noktası olmuştur. İsmet
İnönü için olayların ilk ve önemli ismi
durumunda olan Atsız, davanın Türkçülüğü
yıkmayıp güçlendirdiğini, ancak İsmet
İnönü'nün yıkıldığını söylemektedir . 3 Mayıs N. Atsız'a göre
"Türkçülüğün gafletten ayrılışı can düşmanlarını
tanıdığı dost sandığı
hainleri ayırdığı" gündür.
Nejdet Sarcar'a göre "en hain düşman komünizme dikilme" günüdür.
Bütün bu tepkiler ve yorumlar içinde ele aldığımız 1944 Türkçülük Davası aslında devlet politikası
içinde incelenmelidir. Devletler, politikaları gereği zaman zaman milliyetçi akımları el altında tutmuş,
desteklemiş ve hatta kullanmıştır. 1944 yılında bu tür bir davanın
başlaması Rusya'nın baskıları ile yakından alâkalıdır. Rusya karşısında
tutunabilmek için aradığı desteği
bulamayan Türk hükûmeti, Alman karşıtı olduğunu
göstermek için fırsat kollamıştır. Aranan bu fırsat Nihal Atsız'ın
mektupları ile yakalanmıştır.
19 Mayıs Nutku ile olayların büyümesine sebep olan İsmet İnönü'nün asıl amacı bütün dünyanın
dikkatini Türkçülerin ve Turancıların nasıl ezildiklerine çekmek ve dış
politikadaki çelişkili uygulamalarından dolayı ortaya çıkan hatalarını
örtbas etme gayretinden ibarettir. İnönü'nün
1944 olayı karşısındaki tavrı ve sertliği
ile Rusya'ya şirin görünebilme çabası içerisindeyken Rus yetkililerinin
Türkçülerin ve Turancıların yargılanmalarını maskaraca bir oyun olarak
görmeleri dönemin siyasî iktidarı adına büyük bir gaftır.
Bu olay milliyetçilerin mağdur olmasıyla sonuçlanmış ancak bu mağduriyet milliyetçilere darbe olmamış, bilâkis
güçlendirmiş ve Türk milliyetçilerine "Kurtuluş Günü" adıyla
bilinen, manası, prensipleri ve amacı belirli bir ülkü hâline gelen kutlu
bir gün kazandırmıştır.
3 Mayıs'ın ilk yıl dönümü 1945 senesinde o sıralarda Tophane'deki Askeri
Cezaevinde tutuklu bulunan bir avuç Türkçü tarafından örtüsüz bir masa
etrafında yapılan bir toplantı ile anılmış, daha sonraki yıllarda ise çeşitli
törenlerle kutlanmıştır. 3 Mayıs'ın mağdurlarından
Alparslan Türkeş'te bu tarihin "Türkçüler Günü" adıyla
kutlanmasını bizzat sağlamış ve bu geleneği hayatı boyunca devam ettirmiştir.
|
Yorumlar
Yorum Gönder